Sanal Bedenler…

Sanal Bedenler…

“Yüzünü örten perde açıldığında hakikat eğer hala hakikate benziyorsa, bu durumda, çıplak hakikat diye bir şeyden söz edilemez” der Baudrillard.

İllüzyondan yoksun bir gerçek, hala gerçek olarak kabul görebiliyorsa, bu durumda; gerçek, nesnel bir gerçekliğe nasıl sahip olabilir?

Büyüleme gücünü yitiren şeyler anında ve tamamıyla gerçek, gölgelerinden ve yorumdan yoksun şeylere dönüştüler.

Sanal, gerçekliğin peşinde koşan son avcı ve onu yakıp yıkan yağmacı gibidir. Sanal, bizzat gerçeklik tarafından bir tür bulaşıcı ve yok edici unsur şeklinde salgılanmıştır.

Sanal Gerçeklik, gerçeklikle kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaktadır. Bu, nesnel gerçekliğin soyutlanma sürecinde devreye sokulan sürecin nihai aşamasıdır.

Sanal Gerçeklik coğrafyasının vatandaşları kendi cenaze namazlarında kendilerini musalla taşında gözlemleyerek, gerçek bedenlerini gömmüş ve hocanın “El Fatiha”  söylemini müteakip kendilerine  birer Sanal Beden bulmuşlardır.

Buldukları Sanal Beden’in yaptığı her haraket;  planlı, programlı ve hedef odaklıdır. Sanal Bedenler, daha fazla  ilgi, daha fazla takipçi, daha fazla ün, daha fazla refah düzeyi ve daha yüksek bir statü için sanal terler dökerler.

Bunun gerçek alınterinden yoksun, aslıyla kusursuz bir benzerlik gösteren, ancak insanda sanal bir haz duygusuna yol açan sanal bir oksiyen solunumu olduğu söylenebilir. Böyle bir şeye hala solunum denilebilir mi? Soluduğumuz şey gerçekten hava mı?

Bilmiyorum..

Ama bildiğim tek şey…

Nefes alamadığımız…