Yalnız İstanbul

Yalnız İstanbul

Şehr-i İstanbul sokaklarında insanlar gülümsüyorlar, hatta gitgide daha çok gülümsüyorlar ama hiçbir zaman birbirlerine değil, her zaman yalnız kendileri için gülümsüyorlar.

Yüzlerin korkutucu çeşitliliği, şaşırtıcılığı; hepsi anlaşılmaz bir ifadeye yönelik. Arkaik kültürlerde yaşlılığın ya da ölümün neden olduğu yüz ifadelerini burada gençler yirmi yaşında, on iki yaşında alıyorlar.

Kıvrım kıvrım dumanlar, yıkandıktan sonra saçlarını kıvıran kadınları andırıyor. Rüzgarın kovaladığı bulutlar kentin üstünde dolaşıyorlar, sanki beyin yarım küreleri gibi.

Burada sokaklarda tek başına düşünen, tek başına şarkı söyleyen, tek başına yiyip kendi kendine konuşan sayısı ürkütücü. Ama yine de bir araya gelmiyor; tersine birbirlerinden kaçıyorlar; dolayısıyla birbirlerine benzemeleri kuşkulu.

Ancak belli bir yalnızlık var ki başka hiçbir yalnızlığa benzemiyor. Herkesin önünde, bir duvarın, bir arabanın motor kapağı üstünde,  yemeğini yalnız başına hazırlayan adamın yalnızlığı.  Buralarda her yerde görülüyor bu; dünyada görülen en üzücü sahne; yoksulluktan daha üzücü; herkesin içinde yalnız başına yemek yiyen bir kişi, dilenen bir kişiden daha üzücü. Hiçbir şey bundan daha çok insan ya da hayvan yasalarıyla çelişkili değil, çünkü hayvanlar yiyeceği paylaşmaktan ya da almak için çekişmekten her zaman onur duyarlar. Tek başına yemek yiyen insan ölmüştür.

İnsanlar neden İstanbul’da yaşıyorlar? Aralarında hiçbir bağ yok. Ama yalnızca iç içe yaşamanın neden olduğu bir elektriklenme dışında. Yapay bir merkeziyet için büyük bir yakınlık ve çekim duygusu. İstanbul’u kendi kendini çekici bir çevre yapan işte bu; bu çevreden çıkmak için de hiçbir neden yok. Burada bulunmanın hiçbir insani nedeni yok; iç içe , birbirine yakın yaşamanın verdiği esrime dışında…

İstanbul’da kentin topaç gibi fırıl fırıl dönmesi öylesine şiddetli, merkezkaç gücü öylesine büyük ki, iki kişi olarak birlikte yaşamayı, bir kişinin yaşamını paylaşmayı düşünmek insanüstü bir şey.

Yalnızca kabileler, sokak çeteleri, mafya ve cemaat üyeleri birlikte yaşamayı sürdürebilirler, çiftler değil. Burası, içine hayvanların cinslerini tufandan kurtarmak için ikişer ikişer bindikleri Nuh’un gemisi karşıtı bir gemi. Burada şaşılası ikinci Nuh’un gemisine herkes, erkek ya da kadın tek başına binmiş; her akşam son “parti” için hayatta kalanları bulmak o erkek ya da kadına düşüyor.

Bir İstanbul İnsanı…