Kana Kan

Kana Kan
Kana Kan
11.45: Çarşamba, Maslak, İstanbul

Berk: ‘Saat kaç?’

Emre: ‘11.45’

Berk: ‘Hayvan gibi acıktım. Erken çıkalım mı yemeğe?’

Emre: ‘Ekiple çıkacaktık. Ama yine de bir sorayım, gelirler ise hep beraber gidebiliriz.’

Berk: ‘OK’

Emre: ‘Hadi gidelim. Ekip ile de orada buluşuruz.’  

* * *

Emre: Ne yiyeceksin?’

Berk: ‘Bilmiyorum. Ama salatadan gına geldi. Canım bugün et istiyor. Sağlam bir et.’

Emre: ‘İyi ben de etten yürüyeyim.’

Garson: ‘Ne alırsınız?’

Berk:  ‘Ben, orta-iyi pişmiş bir antrikot istiyorum. Yanında da diyet kola lütfen.’

           ‘Bir dakika, bir dakika karar değiştirdim. Az pişmiş olsun.’

Emre: ‘Senin ilk defa az pişmiş et siparişi verdiğini görüyorum.’

Berk: ‘Canım öyle istedi amk ne bileyim.’

Garson: ‘Siparişleriniz hazır’

Berk: ‘Teşekkürler…’

Berk, önce önündeki eti süzdü. Adeta birbirlerini kestiler. Tam ete davranacakken:

Berk: ‘Ben acılı bir hardal alabilir miyim?’

Garson: ‘Tabiki de’

* * *


Hardalı aldı ve adeta nakış işler gibi sürdü etin üzerine ufaktan ufaktan…  

Hardal, etin instagram için paylaşılası fotoğrafını tamamladı.  

Havalı et bıçağını aldı ve ilk darbeyi itina ile vurdu. Ağızının suyu akıyordu.   

Az pişmiş olan eti keserken; etin içinden süzülen kan tabağa yayıldı.

Büyük bir iştah ve açlıkla davranan Berk bir an duraksadı.

İlk tepkisi ‘Bu ne lannn?’ oldu içinden.

Kendine bile itiraf edemediği bir duygu dalgalanması oldu bünyesinde. İyi mi? Kötü mü? Anlayamadı.

Ama anladığı tek bir şey vardı. Az pişmiş et, sanki uzun zamandır itiraf edemediği susuzluğunu gidermişti.

Etrafındakilere çok toz kaldırmadan tekrar muhabbete dahil oldu.

Muhabbet akıp gidiyordu ama Berk akamıyordu.

Çünkü beynindeki kıymık hızla ilerliyor. Saçma sapan düşünceleri tetikliyor ve kendini düşünmekten alıkoyamıyordu.

En son duyduğu şey: ‘Hesaaap, lütfen!’ idi.

Hesap isteme seviyesine gelinmişti ama aradaki süre Berk’te yoktu.

‘Saçmalama’ dedi kendi kendine ve tekrar işinin gücünün başına döndü…

* * *

17:22 – Cumartesi, Göktürk, İstanbul

Berk (32), bekar ve yalnız yaşayan biri. Evi hiç boş kalmamasına rağmen düzenli bir ilişkisi yoktu.

Geniş alanda fuleli deparları ile doğrudan kaleyi görüp, her zaman golü düşünürdü.  

Herkesin ‘Nerede bizde o şans? diyerek parmakla gösterdiği bir danışmanlık şirketinde kıdemli danışman olarak kariyerinin zirvesiydi.

Duygularını naftalinleyip rafa kaldıralı yıllar olmuştu. Sadece sonuçla ilgilenir, hedefine giden her yolu da mubah olarak görürdü

Akşama, hafta arasında DM’den yürüdüğü Naz, yemeğe gelecekti. Alışveriş yapması gerekiyordu.

Issız adam filmi Berk için çekilmişti adeta. İyi de oldu. Issız adam filmi sayesinde, zaten hakim olduğu taktikleri daha da perçinledi.

Kahramanımız iyi yemek yapıyordu. Dolayısıyla Berk’in de en azından iyi yemek yapıyor gibi gözükmesi ve iyi bir deneyim yaratması gerekiyordu.

Deneyim tasarımı Berk’in işiydi.

Alışveriş için evine yakın, gurme ürünler satan havalı marketine doğru yola koyuldu. Herhangi bir liste yapmamıştı. Alacağı malzemelere hakimdi.

İyi bir avcı, ihtiyacı olan malzemeleri avının niteliğine göre hazırlayabildiği zaman fark yaratabilirdi. Berk de iyi bir avcıydı.

Markete girdi.

Her zaman olduğu gibi önce milletin ismini telaffuz edemediği meyve ve sebzelelerle başladı.

Akabinde içki deneyimini zenginleştirecek ve dünyanın haritada ismine hakim olmadığımız köşelerinden gelen peynirlere yöneldi.

İçki alışverişi yapmasına gerek yoktu. Çünkü sürekli yurt dışına çıktığı için, en havalı içkileri önceden araştırıyor ve sürekli stoklarını sağlam tutuyordu.

Alması gereken tüm ıvır zıvırları aldıktan sonra son olarak et reyonunun önüne geldi.

Et reyonunda, kurumsallığın illüzyonundan nasibini alarak; post-modern giydirilmiş ve İstanbul dili ve aksanı yüklenmiş ama özü koyunun kıçına maydanoz sokan ekolden gelme kasap Hilmi vardı.  

Hilmi, müşterini tanıması ve onlara özel ürünler önermesi ile nam salmıştı.

Hilmi: ‘Hoşgeldiniz Berk Bey, her zamankinden mi?’

Berk hiç düşünmeden ‘Evet’ demişti ama nedense gözü etlerde takılıp kalmıştı.

Uzun uzun kesiştiler. Çok saçmaydı ama gerçekliğin ta kendisiydi.


Berk:
‘Bi saniye… Her zamankinden verme! Şu etten iki kilo ver. Hafif kanlı olandan’

Hilmi biraz şaşırmıştı. Her zaman Berk için ‘köftelik kıyma’ hazırlardı. İlk defa et istediğini görüyordu.


Hilmi:
‘Etiniz hazır Berk Bey’


Berk:
‘Teşekkürler’


Ödemeyi yapıp marketten çıkarken aklı hala etlerdeydi.

‘Bu ne amk? Neyin kafası’ diye geçirdi içinden.  

Akşama Naz geliyordu, odaklanması gerekiyordu.

Evde tüm hazırlıklar tamamdı.

Şık bir masa, güzel bir müzik, özenle seçilmiş bir içki, sağlıklı aperatifler…

Son noktayı koyacak ana yemekleri hazırlama zamanı gelmişti.

Ravioli için tencereye su koydu.

Altı üstü makarna idi. Ne kadar sofistike olabilir di ki?

Youtube’ta Ravioli nasıl yapılır?’ videosunu 12 kez izlediğine göre artık hazırdı.

Bir taraftan Ravioli, yaparken bir taraftan da antrikot hazırlaması gerekiyordu.

Saat 17.12 idi ve Naz 18.00’de gelecekti.  

Dolaptan etleri çıkardı.

Etlerin sarılı olduğu kağıdı açtı. Kağıttan süzülen kanlar tepsiye damladı.

 Tam kendine sövecekken birden kendisinden hiç beklemediği bir şey yaptı ve tepsideki kanı yaladı.

Adeta zaman Berk için durmuştu.

Kendinden utanır bir halde dona kaldı. Mala bağlamıştı.

Kafasında sonsuz soru ve yorum ile işlemcisini yakarken, bununla yüzleşemeyeceğini anladı ve koşarak banyoya gitti.

Duygu durumu alt üst olmuştu. Tüm zıt duyguları aynı anda yaşıyordu.

Aynada kendine baktı.

Dudakları kıpkırmızı, gözleri fal taşı gibiydi.

‘Ne oluyor Allahım yardım et!’ diye geçirdi içinden.

Tırsmıştı. Babaannesinin çok küçük yaşta öğrettiği Felak ve Nas surelerini okumaya başladı.

Üzerindekileri hızlıca çıkarıp kendini sıcak suyun altına attı.

Sabunun yarısını neredeyse bitirdi ama farkında değildi.

Yıkanmaya devam ediyordu.  

Sonunda duştan çıktı.

Aynaya tekrar bakmak istedi ama ayna buhar kaplıydı.

Aynanın buharını havlu ile sildi ve kendine baktı. Ağızı yüzü büzüşmüş, gözleri kan çanağı gibiydi.

Banyodan çıktı.

Rahatlamıştı.

Saate baktı. Saat 18.01 idi. Misafiri gelmek üzereydi.

Hızlıca giyindi ve mutfağa girdi.

Antrikotları, kendileri ile çok fazla muhatap olmadan, hızlıca pişirmeye başladı. Antrikotlar tam kıvama gelirken zil çaldı. Etin altını kıstı ve kapıya koştu.

Gelen Naz’dı. İçeri buyur etti ve salona yönlendirdi.

Berk, mutfağa döndü ve pişirme operasyonunu tamamladı.  Artık her şey hazırdı.

Güzel bir müzik ve nitelikli bir şarap eşliğinde karşılıklı güzel bir yemek yediler.

Şarap’a devam ederek Berk’in önceden planladığı romantik bir film izlemek için koltuğa geçtiler.

Filmin başlangıç müziği bitmeden Berk ile Naz ziyadesiyle yakınlaşmıştı.

Dudakları bütünleşmiş; süreç, hızlı ve şiddetli ilerliyordu.

Birden hiç beklenmedik bir şey oldu.

Berk, Naz’ın dudağını sert bir şekilde ısırdı.

Canı yanan Naz, Berk’i hızlıca itti ve ‘Ne yapıyorsun? Derdin ne? Salak mısın sen?’  dedi.

Berk, cevap verememişti çünkü Naz’ın dudaklarından süzülen kana odaklanmıştı.

Berk’in pasif agresif psikopat olduğuna dair şüpheleri vardı, artık  emindi ve arkasına bakmadan Berk’in mekanını terk etti.

Kapıdan çıkarken, Berk’in aklı hala Naz’ın dudaklarında  aslında dudaklardan süzülen kandaydı.

Garip bir histi ama dürtülerine karşı koyamıyordu…