Yavaşlığa Ağıt

Hız; niceliğin niteliğe, ânın zamana, sonucun nedene, yüzeyin derinliğe, şuursuzluğun bilince, samimiyetsizliğin samimiyete, unutmanın belleğe karşı   kazandığı mahalle kavgasıdır. 

Hız, zaman bahçesindeki ânları zararlı ot olarak görüp koparan bahçıvandır.  Ânların haricinde kendi mekanıyla ilgili referans noktalarını da koparır. 

Hız ete batmış bir kıymıktan çok, saplanmış bir hançerdir. 

Hız hissedilmeye başladığında dram da başlamış demektir. 

Hızı hissetmeyen, kendi cennetindedir. Cehennem de insanın hızdan dolayı cinnet geçirmekte olduğu yerdir. 

Hızın akımına kapılanlar, gerçekliğin koordinat ekseninde kerteriz noktalarını kaybederek; anlamları emilmiş bir düzlemde dolanıp duran çakma gerçekliklere dönüşürler. Yani hızla birlikte giderek sahteleşirler. İnsanlar bir gerçeği durdurmak ve o gerçeği her fırsatta yeniden hissedebilmek için heykel sanatını ortaya çıkarmışlardır. Billboard’lar ise gelip geçiciliğin, yani sahteliğin izdüşümüdür. Kalıcı olan muhakkak yavaş üretilmiştir, yavaşlıktan beslenmiştir. Düşünme ve tefekkür, yavaşlığın armağanlarıdır.

İnsan ve teknoloji, modern başlığı altında birleşir birleşmez yeryüzünden, gerçek bilgiden, yani hakikatten uzaklaşmıştır. Tüm hava araçlarıyla birlikte kablosuz bağlantılar, yerçekimini yani var olmanın o kaygan zeminini insanın elinden almıştır. Yeryüzü uzaklaştıkça küçülür, ne kadar hızlı hareket edilirse o kadar daralır. Bu durumda mesafeleri kaldırmak insanın yeryüzüyle ve gökyüzüyle olan mesafesini artırır. Ayaklarını toprağa basmayan ve kafasını göğe kaldırmayan insan yalnızca dünyaya değil, kendine de yabancılaşmıştır.

Modern teknolojinin ürettiği “sanallık”  sebebiyle keşfettiğimiz ve dünyamıza gittikçe daha çok yaklaşan illüzyon karadeliği “şeyleri” yörüngelerinden, yani anlam bağlarından çekip çıkarır.  Kütleleri yörüngede tutan yerçekimin etkisini alt üst eder. Yerçekiminin yıllanmış baskısından kurtulan bütün anlam parçacıkları kendi yollarını takip ederek sonsuzluğa ulaşmaya çalışırken uzayda kaybolur. Tüm bunlar sistemin olmazsa olmazlarıyla oynanan tehlikeli bir oyundur ve kaybedeni oyunun başında yazılmıştır.

İşte bütün insanları, ilişkileri,  diyalogları, duyguları ve yaşam biçimlerini hem yatay hem de dikey düzlemde hızlandıran günümüz toplumlarının geldiği, belki de düştüğü durum budur: “Varoluş Sancısı”

İnsanın kendi varlığını, doğanın varlığını ve bu ikisi arasındaki oluşunu hissedememesi, hızla doğrudan alakalıdır. 

Hız, tüm hisleri ortadan kaldırır. Hissizleştirir ve yıkar. İnsan hızın güdümündeki bu ortamda yıkıldığının farkına varmaz. Çünkü hız acıyı hissettirmez, yas tutturmaz. Hızla birlikte “şimdi ve burada” yok olur. İnsan geçmişten geleceğe fırlarcasına ilerleyen, geçip giden bir canlıdır hızın ortamında. Can sıkıntısıyla birlikte yaşar. Çünkü canı bir yerde durup dinlenmez, bir şeyi idrak etme çabası gütmez, bir şey için sahici bir mücadelede bulunmaz. Yavaşlık anımsatır, hız unutturur. Seyir hâlinde yaşayanlar iç mutluluğunu yakalamış olanlardır. Milan Kundera’nın Yavaşlık’ta söylediği gibi: “Tanrı’nın pencerelerini seyreden kimsenin canı hiç sıkılmaz, mutludur.”


Önceler, sonralar, çağlar, devirler;… tüm zamanların en sinsisi hızdır. Mekan ve insan tanımaz. Bir alışkanlık gibi geliverir. “Alışkanlık zincirleri, önce duyulmayacak kadar hafif, sonra kırılmayacak kadar güçlü olur” diyor Arthur Schopenhauer. Hız bir kere bulaştı mı insanın kanına, yeterlidir. İnsanı ve zamanı dağıtır. Hayat süratle ilerliyormuş gibi gelir, haz verir. “Oysa gerçekte yaşam hızlanmamış”tır Byung-Chul Han’a göre, “daha hummalı, daha girift, daha amaçsız bir hâl almıştır sadece.”

Yerçekimi eksikliğinden “şeyler”le geçici bir temas kurulur. Hiç bir şeyin ağırlığı yoktur. Hiçbir şey kesin değildir ve nihai değildir. Neyin önemli olduğunu belirlemek artık mümkün olmadığında her şey önemini kaybeder. 

Hızlandıkça büyük korkular samimiyetsiz tebessümlerle değiş tokuş edilir. İnsanlar birbirine nesne gibi, bir ceset gibi davranır, ölü gömücünün gözüyle bakar. 

Heidegger, hüküm süren hız kaynaklı aceleciliği, sessizliği, uzun ve yavaş şeyleri algılama beceriksizliğine bağlar. 

Acelecilik çağı, dağılmışlık çağıdır. Derin düşünmenin, tecrübenin ve bilginin ırzına geçildiği bir çağdır. Moliere, Hastalık Hastası’nı yazdığında yıl 1673’tü ve orada şöyle diyordu: “Mermere kazmak, kuma yazmaktan daha güçtür, ama mermerdeki yazı daha çok dayanır; sanırım bu çocuğun kavrayışındaki yavaşlık, ilerde düşünce gücünün büyük olacağına kanıttır.”

Duyguların panayıra, davranışların showroom’a dönüştüğü bir çağdır hız çağı. İnsan bu çağda sadece zapping yapar.

İzler, zaman öldürür ve yenilir.

* * * 

Hıza maruz kalmama yöntemleri:

Aşık olacaksın. Kalbini fark edeceksin

Dertli olacaksın. Acı çekeceksin

Sabırlı olacak, sebat edeceksin

Kendini, insanı, hayatı, kitabı okuyacaksın

Yalnız kalmayı, kalınca da kendinle kalmayı becereceksin.

Hazlara değil, hedeflere odaklanacaksın.

Nefes alacaksın. Nefes almayı bileceksin. 

Aklınla kalbini; mana ile maddeyi dengeleyeceksin.

Akışa kapılmayacaksın. Kendi akışına sahip olacaksın. 

Disiplinli ve sistematik olacaksın. 

En az üç şiiri ezbere bileceksin.

Bir manzarayla karşılaştığında aklına birkaç ressamdan tablolar getireceksin. 

Hiç girmediğin ortamlara girip, hiç tanışmam dediğin insanlarla tanışıp sohbet edecek diyalog kuracaksın

Yaşadığın şehirde yemeğin güzelini yapan yerleri bileceksin

 Hiç gitmediğin bir şehre gidip turist gibi değil, seyyah gibi gezeceksin.

Anlayacaksın: “Matematik, Algoritma, Psikoloji, Sosyoloji, Tarih, Antropoloji, Hikaye Anlatımı” 

Okuyacaksın:  “Bauman, Baudrillard, Fromm, Heidegger, Freud, Jung, Strauss, Cioran, Canetti, Han” 

Gideceksin: “Cenaze, Hastane, Kadın Günü, Kahvehane, Huzurevi, Müze, Pazar” 

Kaçacaksın: “Gerçekliği olmayan insanlardan, egodan, sahte ortamlardan, sanal alem illüzyonundan, sanal duygular ve tavırlardan” 

Kendin Olacaksın!

Tuhaf Dergisi Ekim Sayısında Yayımlanmıştır.