Çok sevdiğim yetenekli dostum Sevgili Korhan Erçin’in beğeniceğinizi düşündüğüm güzel bir hikayesini paylaşmak istedim.
“Cemil’imiz nemli bir İzmir akşamında Çankaya civarında adını burada bahsedemeyeceğimiz bir kamu bankasından kapanışlarını yapıp çıkmıştı. Şube müdürü ile muhabbeti iyi olmasına iyiydi ama okulu bitirirken klasik her gencin hayalindeki “yönetici olurum, güzel bir evlilik ve akla gelebilecek tüm hayallerin peşinden sürüklenme heyecanı” azalmış artık standart süreçleri içinde yaşayan bir insan olmuştu. Yine her iş çıkış akşamı olduğu gibi 28 yıldır aynı çatı altında yaşadığı annesi ve babası ile beraber oturduğu evine doğru ilerledi Cemil. Kravatı gevşetti. Liseli gençlerin okul çıkışı kravat seviyesine getirdi. Yaş biraz daha küçük olsa aslında bebeksi suratı ile liseli diyecek kızlar çıkabilir ama bu Cemil’in hoşuna gider mi veya takılacağı bir mevzu mu olur onu bilemem. Şubede geçen 6 yılını düşündü. Ne katmıştı kendisine, mutlu mudur? Gider gelir kafası. Aslında kafasını neye takacağını veya vereceğini de bilemedi Cemil. Eve gitmek, gitmemek. Alsancak Kordon’a gideyim dedi sonra. Orada 1-2 telefon, lise veya üniversite tayfasından 2-3 arkadaş; 1 tepsi midye kapatıp 2-3 bira ile kafayı uyuşturup bu geceyi de kurtarırız dedi. Ayaklar Çankaya – Basmane düzleminden Fuar kapısına dönmüşken Cemil’in aklına şeytan girdi. Daha önce gitmediğim bir yere gideyim diye düşündü. Psikolog vs birine gitmeyi hep düşünüp klasik Türk erkeği gururu ile gitmemişti. Buna benzer ne var diye düşündüğünde her zaman Çankaya’dan Basmane’ye geldiğinde cadde üzerindeki pavyonlar aklına gelmişti. “Buradaki kızlar ne de olsa dert dinleyip öğüt veriyorlar” diye düşündü Cemil. Psikologlar alınmasın, bu Cemil’in fikri yoksa böyle bir iddaamız yok. Cemil için 2-3 derdini anlatacağı ama iyi şeyler duyacağı insanlara ihtiyaç vardı ne de olsa. “Hadi değişiklik yapalım” dedi kendi kendine. İşin garibi o kadar yakın yerde çalıştığı halde bir defa kapısından girmemişti pavyonların. Ama o ışıklı tabelaları hep görmüştü. Araba tamircilerinin arasında renkli ışıklar ile saklanmış karanlık kapılardan yeni dünyalar açılır iç dünyalarına Cemillerin… Bu pavyonlar keyifli yerlerdir aslında. İçeride masaya oturduğunda masa donatılır. Rakılar, viskiler gelir gider. Hikayeler anlatılır. Bazen acı hikayeler, bazen klişe günlük hikayeler. Ama öyle bir anlatılır ki sanırsın o devlet memuru, oto tamircisi aslında gündüzleri dünyayı kurtarıyor, ölümcül hastalıklara derman buluyor. Bir de içki masasında o tanımadığın ama 10 dakikada samimi olduğun hanımefendi verdi mi gazı o suskun dilin olur bir geveze. O hanımefendi seni sözleri ile masajlar, rahatlatır, dinlendirir. İyi hissedersin çıkarken. “Ulan ben kurtardım bu dünyayı” dersin. Aslında o kadınlardır bu dünyanın sihri. Arkalarında yüzlerce dert olmasına rağmen sanki ülkeyi onlar yönetiyorlarmış gibi davranırlar. Seni patron hissettirirler ama onlar yönetirler tüm masayı, dolan ve boşalan kadehleri. Ve onların dertleri başlar sabaha karşı sen çıkarken kafa resetlenmiş.
Bizim Cemil tam o kafalarda değildi ama değişik bir tecrübe yaşayalım diyerek yönünü değiştirdi ayaklarının. Yaş 28, ee artık eklemeliydi yeni bir tecrübe daha hayatına: “Pavyon Tecrübesi”. Basmane kapısına geldi Fuar’ın. Işıklardan geçti. Hızlanmıştı adımları. Değişik bir tecrübe olacaktı onun için. Heyecanlandı. Az buçuk terledi. Sanki evliymiş de karısını aldatacakmış gibi garip bir heyecana kapıldı. Güldü kendi kendine.
Pavyonlar başlamıştı birer birer ama saat çok erken olduğu için boştu mekanlar. Tabi tecrübesizlik. Saat henüz sekiz olmuştu. Öyle önlerinden yürüdü Cemil. Sonra geriye döndü ve tekrar yürüdü. Kafasında huzurlu hissedeceği bir kapı aradı girmek için. Akşam çıkacak sanatçılar, dansçılar, afişleri, fotoğrafları vardı kapılarda. Cemil’in işi onlarla değildi ama o resimlere göre ve fotoğraflara göre içerisini kafasında canlandırmaya çalıştı. “Amaaaaan” dedi 3 tur sonunda. Girdi birisinin kapısından. Boştu içerisi. O kırmızı kadife, koltuklar, loş ışıklar, önceki akşamdan kalma parfüm kokuları. “Sadece filmlerde değilmiş” dedi. Gerçekten de aynı gözüktü filmlerdeki karelerle. Hemen hemen tüm masalar boştu. Garsonlar kenarda laflarken yavaş yavaş ilerledi boş bir masaya doğru. Karanlığa gözleri tam alışırken “buyur abicim hoşgeldin” lafı döküldü 45 -50 yaşlarında beyaz gömlek siyah pantolon bir abimizden. “İçecektim” dedi Cemil. Servis yapan kişi gülümsedi ve “Tabi abicim buyur şöyle bir arkaya doğru bir masaya alayım” diye karşılık verdi. Arkalara doğru sohbetin iyi olacağı müziğin arka fonda kalacağı bir yeri gösterdi. Cemil “vay be, adam benim görüntümden ne mal olduğumu anladı” dedi kendi kendine.
Oturdu masaya Cemil. Yuvarlak, kırmızı kadife koltuklar şeklinde etrafları yükselerek arka duvarla birleşen bir masaydı. “Abime donatıyorum masayı” dedi garson. Cemil “tabi olur” dedi ama kızdı da kendi kendine. Ne getirecek? Fiyat ne olacaktı vs vs… neyse olan olmuştu. Bu arada tek başına düdük makarnası gibi beklemeye başladı. Güya sohbet edecek dertleşecekti diye gelmişti. 5 dakika sonra bir tepsi meze, zeytin, kavun, peynir geldi. “Abi rakı açıyoruz değil mi?” diye sordu garson. “Olur” dedi Cemil. “35’lik mi açayım abi yoksa gelecek varsa 70’lik mi?” diye sorduğu anda masaya yaklaşan isminin sonrasında Necla olduğunu öğreneceğimiz sarışın veya peruğunun sarışın olduğunu tahmin ettiğimiz hanım kişilik “70lik olsun” dedi. Mesaj alınmıştı. Psikolog vizite ücreti 35likti. “Ben anlatacağım o dinleyecek ama bedeli bi ekstra yarım” diye içinden geçirir. “Ekonomik olacak gece”.
Necla bölüm 1
Necla oturdu yanına. Yaklaştı ama dokunacağı kadar değil. Belli ki raconu vardı tartıyordu önce Cemil’i. Cemil’i öyle sakin sakin baktı Necla’ya. İlk defa geldiğini söylese miydi yoksa çaktırmadan yol yordam öğrenip girer miydi muhabbete? Akışına bıraktı ama zaten Necla dümene geçmiş, soruları ile nazikçe gemiye yön veriyordu. Sanırsın 10 yıllık koçluk eğitimi almış en az kelime ile maksimum bilgi nasıl alırım dersinden çıkmış gibi idi. Bir saat bittiğinde rakı yarılamış, muhabbet artmış, arada kahkakalarla keyifli anlar gelmişti. Yıllarca niye gelmemişti ki Cemil? Ne güzeldi muhabbet. Ne lise, ne mahalle arkadaşları ile böyle muhabbete girmemişti. O güzel muhabbet devam ederken Cemil sorduğu soru ile Necla’nın o loş ışıkta bir belli olacak şekilde rengini değişirecek birşey söyledi. “O şişeden içebiliyor muyuz?” dedi. “Hangi şişe?” dedi Necla. Parmağı ile gösterdi Cemil. Barın üstünde kırmızı bir şişe idi. Bira şişesi büyüklüğünde idi ama masadan çok net görülüyordu. Hatta üstüne ışık düşüyor gibi idi. Necla Cemil’e baktı ve “görebiliyor musun o şişeyi” dedi. Cemil muhabbetin değiştiğini anlamıştı. “Evet, gariplik nedir” dedi. Necla bozmadı. “Yok helal olsun diyecektim buradan gördün ya” dedi ama yüzünün rengi farklı idi. İçelim o şişeden bir bardak dedi Cemil. Necla sakince emin misin pahalı içkidir o dedi ama Cemil takmıştı. Niye takdığını da anlamamıştı ama istiyordu. Bi bardak içelim diye ısrar etti. Necla yarı merak yarı ne olduğu belli olmayan bir git gel durumunda garsonu çağırdı. Garsonun kulağına fısıldadı. Garson Cemil’e baktı.”Abla emin misin?” dedi. Necla gözleri ile “evet” dedi. Garson “tamam abla” dedi ve uzaklaştı. 2 dakika sonra elinde 1 çay bardağı ve içinde kırmızı bir içki ile geldi. Cemil “siz de için…” diyecek oldu ama Necla gülümsedi. “Bu sana benim ikramım. Bu içkiyi herkese ikram etmeyiz. İsmi “Nefes”. Afiyet olsun” dedi.
Cemil masaya gelen kırmızı içkiyi aldı “şerefinize” dedi ve tek nefeste yutuverdi.
2 saat sonra Cemil pavyondan çıkmış eve doğru gidebilmek için taksi bakıyordu. Hala olayı unutamamıştı. İnanılmazdı. Hayatının bir anlamı vardı artık. Bir nefes ile hayatı değişmişti. Necla ise masasında bahtiyar bir şekilde içkisini yudumluyor ve Cemil’den sonra masayı dolduran Ahmet, Mehmet’lerle nefessiz ama rakılı bir gece sürdürüyordu. Ara sıra Cemil’in suratı aklına geliyor ve gülüyordu. Bugün, hatta bu zamanlarda Nefes ile ilişkili bir duru olacağını düşünmüyordu ama olmuştu. Cemil’e çıkmıştı piyango. Ve Cemil taksiye binip evine doğru ilerledi.
Ertesi sabah:
Necla siz öğlen deyin onun için sabah gibi gözlerini açtığında tuvalete doğru yollandı. Elini yüzünü yıkadı. Klasik bir gün başlamıştı onun için. Giyindi çıktı. Dün ne de olsa uzun süre sonra nefes’i gören bir adam çıkmıştı. Gülümsedi kendi kendine. “Büyüksün Allahım” dedi.
3 gün sonra:
Necla yine öğlene doğru uyandı ve doğruldu yatağında. Elini yüzünü yıkadı. Üstüne birşeyler aldı ve mutfağa geçti. Bir kahvaltı yapayım dedi havanın güzelliği ile. Balkonu vardı her İzmir evinde olduğu gibi. Güldü bu yeni site yapan salaklara. Balkonsuz ev yapıp satmaya çalışıyorlardı İstanbul’dan gelen paralı lavuklar ama İzmirli aptal değildi J Balkon yoksa para yok idi. Balkonlarda yaşardı İzmirliler. Sabahından akşamına. Balkondan baktı. Dün aldığı ama bakamadığı gazeteyi aldı eline. Çayını aldı eline. Eski meşhur, İzmir’in kişiliği olup satıldıktan sonra kişiliksizi olan Yeni Asır gazetesine bakarken çay bardağı elinden kaydı gitti. Allahtan yoldan geçen yoktu. Bardak tuzla buz oldu Cemil’in intihar haberini okurken gazetenin alt köşesinde…
Cemil gitti…
Cemil akşam eve varmıştı ama aklından çıkmamıştı Nefes ile yaşadığı tecrübe. Bunun kalıcı olması için tek yol vardı Cemil’e göre. Düşünmeye, zaman kaybına gerek yoktu. Evde dedesinden kalma silahı aldı odasına. Sessizce ve ebedi nefes için bu dünyadaki son nefesini verdi.
Necla’nın Cemil öldükten sonraki ilk akşamı…
Akşam geldi pavyona Necla ama kafa dağılmıştı. Cemil aklından çıkmıyordu. Aklından çıkmamasının sebebi polis vs değildi. Polis gelir miydi? Sorgudan geçer miydi? Umrunda değildi. Tek düşündüğü Nefes’in neden böyle birşeye yol açtığı idi. Garsonlardan Mehmet yaklaştı ona doğru. O akşam Nefes’i servis yapan Mehmet idi. “Abla” dedi “çocuk gitmiş”. “Biliyorum” dedi Necla. Mehmet “abla kaldıralım o şişeyi, başka işler olacak sonra polis vs patron bilmiyor yakmasın bizi” dedi. Necla “olmaz birşey olursa da ben üstüme alırım” dedi. Mehmet “abla…” diye devam ettirecek oldu ama Necla öyle bir baktı ki Mehmet’e sadece geri çekilmek kaldı. Necla erken başlayacaktı o akşam. Kafası Cemil ile dolu iken kadehleri devirdi ama sarhoş olmayı boşver sanki su içiyor gibi idi Necla. Mehmet tanırdı ablasını, içki koymazdı Necla’ya. Dertler koyardı ve bu Cemil olayı bir sıkıntı olacak gibi idi.
Saatler geçmiş pavyon yine koyu kırmızı renklerden kadife kırmızının parladığı; ışıkların yanar döner hale geldiği saatlere gelmişti. Necla etrafı gezmeye kalkacak iken karşısına deri montlu, beyaz gömlekli; gözleri keskin, düzgün traşlı sanki “Selvi Boylum Al Yazmalım” filminden fırlamış Kadir İnanır modunda bir adam oturdu. “Umarım rahatsız etmiyorum” dedi Ahmet nazikçe. Necla “yok buyrun” dedi. Necla iş bu otur bakalım dedi kendi kendine. Ahmet “ne içeriz? Rakı??” diye sordu. “Olur” dedi Necla nazikçe. Sanırsın Basmane’de pavyon’da değil çay bahçesinde fuarda tanışıyor gibilerdi.
Ahmet iyi geldi Nazan’a. Ahmet kendi özelinden ama eğlenceli şeyler anlatıyor, Necla uzun süredir gülmediği kadar içten gülüyordu. Cem Karaca tarzı ses tonu ile Ahmet ele geçirmişti onu. Kaşkolu olsa Ahmet’in dışarıdaki kamyona binip gideceklerdi Kadir İnanır hesabı. Yine güldü kendi kendine. Cemil aklından çıkmıştı 1-2 saatliğine de olsa. Ta ki Ahmet’in bardaki bira şişesi görünümlü şişeden kırmızı içki isteme anına kadar. Necla kadehi düşürdü masaya. “Ne içkisi…” dedi Necla sessizce. Ama Ahmet görmüştü Nefes’i. Geri dönüşü olmazdı bu yolun. “İşte orada duran kırmızı şişe” dedi Ahmet. Ah Ahmet dedi. Bugüne mi denk geldin dedi içinden Necla. Rakımız var içiyoruz ne güzel dedi Necla. Ama Ahmet takmıştı kırmızı şişeye. “Bir kadeh içelim” dedi. Zaten Nefes’ten dolayı idi görünmesi şişenin yoksa Ahmet istese de göremezdi, yoktu suçu Ahmet’in. “İçelim” dedi Necla. Mehmet’e baktı. Mehmet anlamıştı zaten. Bara doğru yürüdü.
Birazdan çay bardağında kırmızı bir içki ile geldi Mehmet. Ahmet’in önüne koydu bardağı. “Buyur abi” dedi Mehmet. “Siz” dedi Ahmet Necla’ya. Necla “yok teşekkürler, o şişeden benim iznim yok. siz buyrun” dedi Necla. Ahmet aldı bardağı “sağlığınıza” dedi ve…
1 saat sonra Ahmet tekrar Necla ile başbaşa idi. Kendine gelmesi bi 10 dakika aldı. Ne olduğunu anlamış ama anlamamıştı. Necla’ya baktı. Necla “iyi misiniz?”dedi. Ahmet “iyiyim” dedi “ama narkoz yiyip vücudunun dışından zevki sefa içinde ameliyatını seyretmiş insan durumu içindeyim. Ne oldu bana? dedi. “Ağır içkidir etkiledi herhalde” dedi Necla. Ahmet 2 lafla geçiştirilecek adam değildi. “Anlatın bana” dedi “ne içtim ben?”
Necla anlatmazsa Ahmet’in sonu da Cemil’e mi benzer diye korktu. Aslında yüzlerce erkek içmişti Nefes’i ve kimse ölmemiş ve içen kimse sormamıştı nedir diye. Ne olmuştu da son 1 hafta içinde 1 adam tam nefes almak intahar etmiş diğeri ise gidip geldiğini fark edecek kadar hatırlıyordu. Tam bu sırada Ahmet Necla’nın kafası başka yerlerde iken “ben benim vücudumda değildim ama sen benimle konuşuyordun ve ve o ben değildim Allah aşkına söyle ne oldu?” diye tekrar sorar ama nezaket bir parça azalmış merak ve gerginlik artmıştır ses tonunda.
Pavyonda ortaya doğru baktı Necla. Sanırsın havadaki dumanla konuşuyordu. “Anlatacağım Hüseyinim” dedi. “Belki Ahmet yoldaşımız, sırdaşımız olur. Zaten anlattıklarına kimse inanmazdı bu yüzden anlamaktan çekinmiyordum ama o anlayacak gibi ben dayanamayacağım der pavyondaki sisli dumanlara doğru”. Daha önce anlattığı olmuştu aslında ama o 2-3 kişi gülmüştü ona. Ama Ahmet kadar hatırlayan da olmamıştı.
Hüseyin…
Başladı anlatmaya… Hüseyin’in; aşkının nasıl öldüğünü, öldürüldüğünü bu pavyonda. Hüseyin’in kavgada ölme hikayesi pavyon hikayelerinin en klişelerindendi. “…Laf atılır. Laf atan dışarı çıkartılır. Dışarı çıkartılan silah çeker. Payvon korumalarından Hüseyin araya girer. Silah patlar. Hüseyin ölür. Necla ortada kalır. Ama Necla payvondan ayrılamaz.” Hikayenin devamlı klişe olanlardan ayrılır.
Necla ayrılamadı pavyondan. Hüseyin ölmesine rağmen farklı bir durum oluşmuştu Farklı dediğimiz konunun ilk ortaya çıkışı Necla’nın yine birisi ile dertleşme anında gerçekleşti. Yanında oturan adam NEFES’İ görüp bir bardak istemişti. O ana kadar kimse görmemişti Nefes’i. İşin garibi bu adam ve Necla dışında görebilen yoktu Nefes’i. Nefes’i içen bu adam bedenini kısa bir süreliğine terk etti ve Hüseyin dile geldi bu adamın bedeninde. Necla o an anladı Hüseyin’in bir şekilde hala pavyonda olduğunu ve bir vücut bulduğunda dile geldiğini. Necla ölünceye kadar onunla 2 kelime edebilmek için Nefes içirtti Hüseyin Necla’nın müşterilerine. Ama seçici oldu Hüseyin. Herkese içirmedi. Adam gibi, düzgün, yakışıklı olanları seçti. Böylece o vücutta 1 saat için bile olsa can buldu Hüseyin. Yani aslında Nefes alan Necla ile Hüseyin oldu o Nefes’ten bir kadeh alanlar sayesinde. Nefes içildikçe yaşadılar ikisi.
Hikaye anlatıldı ve bir sessizlik oldu. Ahmet gülümsedi nazikçe. Necla’ya baktı sessizce.
Masadan kalktı. Deri montunu aldı omzuna… “Bundan sonra başka beden aramayın” dedi. Ahmet sayesinde…her hafta görüştüler Necla ile Hüseyin. Ahmet ara verirken mevcut hayatına Necla ile Hüseyin nefes alıp ağlaştılar…”
İlk Yorumu Siz Yapın