İlgi; yaşadığımız samimiyet fukarası çağın en sinsi uyuşturucusudur. Bu uyuşturucunun üreticisi de tüketicisi de kişinin kendisidir.
Bir şeylere, en doğal haliyle ilgi beslemek yerini hunharca bir arsızlığa bıraktı. Mesela pul koleksiyonu yapan birini düşünelim. Muhtemelen babasından aldığı bir görgü neticesinde başladığı bu koleksiyon hevesi, daha sonra pullara karşı samimi bir meraka dönüşür ve akabinde koleksiyon genişler. Bu genişleme kaliteli biçimde ilerledikçe kişide tatmin oluştuğu gibi koleksiyon geleceğe bırakılacak bir kayıt defteri görevi de görür.
Yani işin temelinde görgü vardır ve baba da o görgüyü kendi babasından yahut ata, usta diye niteleyebileceği birisinden almıştır.
Görgü aktarımı, ilgiyi de yerinde, en doğal formunda tutar. Görgüsüzce ve tamamen kişisel tatmin için kurulan ilgi hem samimi değildir hem de ortaya ciddi bir emek sunmaz. Dolayısıyla görgüsüzlükle gösteriş arasında doğru bir orantı vardır. Görgüsüzlük arttıkça gösteriş budalılığı da artar.
İnsanın insana duyduğu ilgi veya insanın insandan beklediği ilgi de aynı bunun gibidir ve iki nokta arasında gidip gelir.
Bir uçta samimiyet, diğer uçta sömürü vardır.
Tanır tanımaz karşısındakini beğenen birini düşünelim. Bu beğeni oldukça doğal olabilir. Ancak zamanla, karşısındaki insandan samimi davranışlar görmese de beğenisini hoşlantıya, hatta hayranlığa dönüştüren bir insan şüphesiz ki beslediği duyguların aynısını görmek isteyecektir. Burada ilgi arsızlığıyla beraber sevgi açlığı da ortaya çıkar.
Bir beğeni şeklinde başlayan ilişki bir anda son derece tehlikeli bir hale bürünür.
İlgiyi kendine mahsus bir uyuşturucuya çevirmiş olan insan, karşısındakinden beklediği ilgiyi her göremediğinde tipik bir müptela gibi davranmaya başlayacaktır.
Şiddet, hırs, paranoya, kıskançlık, haset, dedikodu uyuşturucunun girdilerini oluştururken; anormal kırılganlık, anormal alınganlık, yetersizlik hissi, özgüven kaybı, iletişim kuramama, yitirilen inanç da çıktılarını oluşturacaktır.
Öyle ki birçok ilişki, ilgiyi uyuşturucu madde gibi kullanan kimselerin elinde hayatın anlamına dönüştüğünden sonu yıkımla da bitebilir. Buna sömürü düzeni denir.
Gerçek sevgiyi ve gerçek ilgiyi henüz tatmamış, bu duygulara dair belirli bir görgüye ulaşamamış hastalıklı ruhlar tarafından, sevgiyi ve ilgiyi gerçek manalarında yaşamış saf ruhlara karşı geliştirilen yıkıcı bir atak. Sonu gelmeyen, davranış ve duygu kıyametleri yaşatan, hayattan soğutan, ruh kemiren bir sömürü düzeni.
İlgi ve sevgi için kerteriz noktası olmayan ve şasesi yamuk araba gibi ne yöne gideceğine kendi karar veremeyen bu tip insanların en belirgin özelliği dillerinin kemiğinin olmamasıdır. Her an şikayet etmeye, başaramadıkları her şey için başkalarını suçlamaya ve böylece sevdiğini de nefret ettiğini de sürekli ifade etmeye ihtiyaç duyan bir ruh-mekan-zaman huzuru bozma makinesidirler. Bu makineler sebebiyle insanların çoğu ilgi suistimali yüzünden gelecekle zehirlenmiş bir halde aniden kendilerini ‘tüm zamanlardan’ sorumlu, ürpertiyle yüklü bir müddetin bağrında hissederler.
Engin Geçtan işte bu makineleri şöyle anlatır İnsan Olmak’ta: “Yalnızca işi düştüğünde ya da dert anlatmak için bizi arayanlar, karşılaştığımızda bizim o ândaki koşullarımız ne olursa olsun sürekli kendilerinden ve sorunlarından söz edenler oldukça sık yaşadığımız örneklerdir. Böylesi insanlar gerçekten bizi görmek istedikleri için değil, o anda yalnız kalmak istemedikleri için bizi ararlar, ilişkileri sürdürme çabalarının gerisinde de günün birinde gerekli olabileceğimiz düşüncesi bulunur. Bize ilgi gösterirler; ama bu bizi anlamaya çalışmaktan uzak, yatırım amacını içeren bir tutumdur. Kısa bir süre sonra mutlaka karşılığında bir şeyler istenir, veremediğimizde de kendi verdiklerini hatırlatarak bizi suçlamaya çalışabilirler.”
Hepimiz zaman zaman, hayata uyum sağlayabilmek için gömlek değiştirir gibi ilgi değiştiriyoruz. ‘Her ortama adapte olabilen’ bir insan olduğumuzu göstermek için karakterimizden ödün veriyoruz. Bu bazen güvenlik bazen de özgürlük arayışının neticesi olarak yer buluyor insan ilişkilerinde.
Hayat güvenliğini sağlamak için İsviçre çakısı olmaya hazır bir duruma düşebilen insan, kişisel özgürlüğü için de her türlü ideolojinin maskarası haline gelebiliyor. Uzun vadeli güvenliğin yokluğunda anlık ilgi cazip biçimde makul bir strateji olarak görülebiliyor. Her kim nasıl ilgi gösterecekse bunu en doğal haliyle gösterse, ona kim ne diyebilir? Ama bilhassa performans toplumunda “yarının ne getireceğini kim bilir?” anlayışıyla, Hakan Günday’ın deyimiyle insan bir anda kendini sevdikleriyle savaşırken ve nefret ettikleriyle sevişirken bulabiliyor. Ten üstüne tenler basılıyor, değişim dur durak tanımıyor.
Sürekli ilgi arayanların mutluluğu kısa ömürlüdür, düşleri yıkıcıdır. En hızlı karşılanan ilgi aynı zamanda en kolay kaybedilendir. Çünkü samimi değildir, geçicidir, transparandır. Mutluluk hissinin bile içinde dert olması gerektiğini Zygmunt Bauman çarpıcı kitabı Benlik Pratikleri’nde şöyle özetliyor: “Mutluluk hissi, derdi tasası olmayan bir hayatın değil, hayatın zorluklarını yakın mesafeden, doğrudan göğüsleyebilmenin ve yüzümüze siper olan maske yukarı kaldırılınca, o zorluklara direnmenin, onlarla mücadele etmenin, onları çözmenin ve yenebilmenin sonucunda ortaya çıkar.”
İnsanların mutsuz ve ilgiye muhtaç oldukları bir toplumda yaşıyoruz. Buna rağmen insanlık tarihinde ilk kez, insanlığın fiziksel olarak varlığını sürdürebilmesi, kendi kalbindeki köklü değişikliklere bağlıdır. Adımı atak ayaktır ancak ona bu aklı veren kalp olmadığı müddetçe gidilen yol ne kadar yoldur? Bu sorunun cevabı, insan hayatında ‘ölçü’ denen kavramın nerede durduğunu da yeniden yorumlamayı gerektiriyor. Ölçülü sevmek, ölçülü ilgi duymak, ölçülü yaşamak, ölçülü hissetmek, konuşmak, dinlemek… Yaşadığımız topraklarda nispet kelimesi evvela bu anlama gelirdi, yani oran anlamına. Şimdilerde hayatımızda güzellik filtresi denince sadece Instagram filtresi aklımıza geldiğinden, nispet kelimesinin de sadece kıskandırmak veya üzmek anlamına geldiğini düşünüyoruz. Oysa nispet, insanın hayatta durduğu yerle, görgüsüyle alakalı bir kavramdır. Kalabalık içinde yüksek sesle konuşmamak, dara düşmüş birinin derdine ortak olmak, caminin yanına gökdelen yapmamak hep nispetle ilgilidir. Dolayısıyla nispet, kişinin kalbinin hayat karşısında aldığı pozisyonla doğrudan alakalıdır. Eğer bu pozisyonda belirli bir oran yoksa, kişi hem kendisini daraltacak hem de başkalarında nefes darlığı yapacaktır. Bir insan ilgiyi ölçüsüzce beklemeye başladığında şeytan da ellerini ovuşturmaya başlayacaktır. Başkalarının takdirine, övgüsüne, alkışına olan müptelalık şeytanın besin kaynaklarıdır. Kendiyle Dost Olmak kitabında Wilhelm Schmid, “Kendini ölçüsüz seven başkalarının hayranlığına muhtaçtır, ilaveten her vesileyle kendi mükemmelliğini aynada görmek ister. Aynadaki hiçbir imge gerçek zaafları ortadan kaldıramadığından, hep kendisiyle ilgili hayal kırıklığına uğratılma tehlikesine maruzdur.” diyor. İnsan gerçek zaaflarıyla yüzleşmedikçe gerçek bir ilgiyi ve sevgiyi ancak rüyalarında görecektir. Üstelik bu rüyalar çoğu zaman kabus formunda zihne yansıyacaktır.
İnsan, dünyanın insafına terk edilmiş bir varlık olarak elbette ilgiye ve sevgiye muhtaçtır. Günümüz toplumlarına tepeden bakıldığında ilgiye ve sevgiye olan ihtiyacın tüyler ürpertici bir biçim aldığını görebiliriz. Çünkü samimiyetsizlik insanların en kolay başvurduğu iletişim şekli halini aldı. Oysa samimiyetsizlik ilkel toplumların bilmediği bir davranış biçimiydi. Samimiyetsizlik uygarlıkla gelişti. Çünkü uygarlıkla birlikte diplomasi de gelişti ve çalınacak şeylerin sayısı arttı. Örselenecek, hırpalanacak, yozlaştırılacak şeylerde kalp ve ruh başı çekti. Tüm yeryüzü için konuşacak olursak, bu kadar çok ruh bilimci olmasına rağmen bunca ruhsuzluğun olması biraz tuhaf değil mi?
İlgi İstilasından Korunma Yöntemleri
- “Like” ile gelen ilginin “Unfollow” ile gidebileceğini unutma.
- “DM” den gelen ilginin sadece sana gelmediğinin farkında ol.
- Etrafındakilerin, olmanı istedikleri kişi olduğunda gelecek ilginin; kendin olduğunda gelmeyecek, sanal bir ilgi olduğunu unutma.
- Yalnız kalabilmeyi ve kendinle dost olabilmeyi başar.
- Duygularının güdümünde ilerleyip başkalarını yanıltma, başkalarının da seni yanıltmasına izin verme.
- Hayattaki önemli gayelerden birinin; kendinin ve diğer insanların kişiliklerinin gelişip güçlenmesi olduğunu unutma.
- Sadece bilinçli yönlerini değil, bilinçdışının da dehlizlerini tanı.
- Ezikliklerinle, eksiklerinle ve arızalarınla yüzleş, helalleş.
- Kötülüğün, gelişimin engellenmesi sonucunda doğduğunu unutma.
- Yaşamına, kendi dışında hiç kimsenin anlam veremeyeceğinin farkına var.
- Sevinci; başkalarını ve varlıklarını sömürmekte değil, vermekte ve paylaşmakta bul
- İhtiras, nefret, kıskançlık ve kartonpiyer tutkuları en alt düzeye indirmeye çalış.
- Kendini aldatma ihtiyacını duymayacak olgunluk seviyesine gelmeye çalış, putlarından arın.
- Kendini çok sevmeyi bırak, insan varoluşunun sınırlarını ve kısıtlarını kavra.
Bu yazı yorumlara kapalı.