"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kötülüğün Sıradanlığı

Dünya bir saldırı sahasıdır. Her saldırı, her insanın hakikat aşkına doğru bir taarruzdur. Bu taarruzların her biri insanı ruhsuzlaştırmak, yani kötüleştirmek için kurgulanmıştır.


Lojistikten sorumlu üst düzey bir Nazi yöneticisi olan Adolf Eichmann, savaş sonrası kaçtığı Arjantin’de Mossad ajanları tarafından yakalandı ve yargılanmak üzere Kudüs’e getirildi. 1961-62 arası görülen davayı The New Yorker için özel olarak takip eden kişi ise aslen bir Yahudi olan ve soykırımdan kaçıp Amerika’ya göçen Hannah Arendt’ti. Dava sonrasında şahit olduklarını bir kitapta topladı ve şöyle koydu adını: “Kötülüğün Sıradanlığı”

Kötülük ve Kölelik

Peki neydi bunca kötülüğün içinde Arendt’in sıradan bulduğu?

Eichmann davasını takip eden herkes O’nun bir sadist, nefret bataklığına batmış bir cani, öfkeyle yaşayan bir katil, ruhunu şeytana satmış bir kötü olarak düşlüyordu. 

Ta ki Eichmann konuşmaya başlayana kadar. O konuştukça Arendt aslında çok basit olan bir şeyi fark etti. Eichmann baştan aşağı sıradan, oldukça basit, her yönüyle sıkıcı bir memurdu. Hiçbir meziyeti, kabiliyeti yoktu. Hatta şahsiyeti bile yok denecek kadar silikti. Yargılanmasına sebep olan suçları işleyecek hiçbir hal okunmuyordu davranışlarından ve konuştuklarından. Söylediği tek bir cümle yetiyordu aslında kötülüğün ne kadar sıradan olduğunu anlatmaya: “Verilen emirleri uyguladım. Hiçbirini asla sorgulamadım.”

“İnsan her türlü yasanın idaresinde yaşayabilir. Gelgelelim, neye izin verildiğini ve neyin yasaklandığını bilmeden yaşayamaz.” diyor Arendt. Çünkü bu basbayağı şeytaniliktir. Sorgulamadan ömür süren insanların düşünen bir beyinleri ve konuşan bir kalpleri yoktur. Her geçen gün şeytanileşme yolunda emin adımlarla ilerleyen bu tip insanların elinden her türlü felaket gelir. Bu felaketler karşısında şaşılacak bir şey de yoktur üstelik. 

Şeytandan iyilik doğduğu görülmüş müdür? Eichmann’ın tabiatını okudukça netleşir Arendt: “Gerçeklikten bu kadar uzak ve bu kadar fikirsiz olmak, belki de insanın bünyesinde bulunan bütün şeytani içgüdülerin vereceği zarardan daha büyük bir yıkıma yol açabilir.”

Kötülük ve sıradanlık, birbirinden çok uzakmış gibi görünen sırdaş iki kelime, birbirine yakıt olabilecek iki eylem. Çünkü sıradan bir insanı keşfetmek kadar zor olan bir şey yoktur. Burada basitlik ile sıradanlık birbirine karıştırılmamalı. Önemli bir formül var bu konuda. Sıradanlaşmak; bayağı yaşamaktır, sürüye katılmaktır. Basitleşmek ise her seferinde problem çözebilmektir, berrak bir gözlükle süzebilmektir yaşamı. Sıradan insan hayret etmez, şaşırmaz, duyguları kendi ruhundan sökülüp atılmış gibidir. Basit insan her şeye şaşırır, gün gelir güneşin doğuşunda sevinir, batışında hüzünlenir, bir çiçeğin büyürken çıkardığı sesi bile duyacak olur. Yaşamını türlü güzelliklerle buluşturabilen insanlar için basitlik bir tutunma aracıdır. İyiye, iyiliğe tutunma aracı. Sıradan insanın tutunacak tek  dalı vardır; ölmemek. Dolayısıyla ölmemek için her şeyi yapmak. Düşünmemek, hissetmemek, itiraz etmemek, sorgulamamak sıradan insanın alet çantasının vazgeçilmezlerindendir. Sıradan insan alışır; her duruma, her şarta, her zamana uyar. Adaptasyonun onu yaşama tutunduracağına dair mutlak bir inancı vardır. Yeter ki adapte olsun, asla ölmez. Buna inanır. Tabiatta da bunun karşılığı vardır. Ölmemek için hangi hayvan her duruma adapte olur? Bukalemun. Evet; sıradanlık, sürünmektir.

İçimizdeki Şeytan’da, “İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.” diyor Sabahattin Ali. Hem batı felsefesinin hem de doğu felsefesinin köklerine inildiğinde, insanların asla kötü bir yaratılışa sahip olmadığı, sadece dünyaya gelmekle birlikte insanın kalbine perde perde kötülüğün indiği belirtiliyor. Dolayısıyla insanın kötü olmaktan ve kötü eylemlerden kendini koruması çok büyülü bir mesele. Burada ego da devreye girebiliyor, etraftaki kirli insanlar ve kirli ilişkiler de. Herkes bir dostuna Nietzsche gibi “Bana yaptığın kötülüğü bağışlıyorum; ancak kendine yaptığını, onu nasıl bağışlayabilirim ki!” diyemeyebilir. Ama bu söz, çok değerli bir anlam barındırmasıyla özeldir. İnsan kendinde olmayan kötülüğü evvela kendine bulaştırırarak kötüler arasına katılmaya başlar. Bu katılımla birlikte davranışları ve sözleri de kötüleşir. Dünyaya kötü gözlerle bakar. Kötü gözle bakmanın neticesinde her şeyde, her zamanda bir kötülük arar. İyi ve güzel kelimeleri onda gereksiz bir duygusallığı devreye sokacağından rahatsız olur. Çoğu zaman bu duyguları aşırı romantik bulur. Oysa Alman romantizminin en önemli isimlerinden Arhur Schopenhauer, “Dünya kötülük içindedir; vahşiler birbirlerini yiyorlar ve evcilleşmişler birbirlerini dolandırıyorlar ve buna da dünyanın gidişi deniliyor.” diyerek son derece gerçekçi bir ifadede bulunmuştur. 

Kötülük gerçektir, hayattadır ve asla son bulmayacaktır. Kötülüğe bulaşmamak da çok güçtür. 

Dünya bir saldırı sahasıdır. Her saldırı, her insanın hakikat aşkına doğru bir taarruzdur. Bu taarruzların her biri insanı ruhsuzlaştırmak, yani kötüleştirmek için kurgulanmıştır. 

Psikiyatrist Erdoğan Özmen, “Güç Tapınması ve Sapkınlık Etiği” başlıklı yazısında (Birikim Haftalık, 28 Aralık 2016) meseleyi şöyle yorumlar: “İnsanın ruhsallığını yapılandıran ve besleyen en önemli şeydir hakikat aşkı. İç ile dış, gerçeklik ile fantezi, kuşaklar ile cinsiyetler arasındaki farkı ve sınırları çizen hakikat ölçüsü yok olduğunda kaybettiğimiz ruhlarımızdır. Bu kitlesel zombilik momentinde/eşiğindeyiz epeydir.”

Zombilik, kötülük ya da ahlaksızlık;  her ne dersek diyelim kökeninde sıradan düşünceler yatar, basit ve küçük hesaplar. Birbirine benzemek için yarışanlar, konuşmak için konuşanlar, kendi sözünü hakim kılmak isteyenler, duruşunu vücuduyla  (cesediyle) belirleyenler, varlığının ve onun her zerresinden hayat bulan hayret duygusunun kıymetini keşfedemeyenler, dünyanın uğultusunda bukalemunları bile özendirecek genişlikte sürünenler kendilerine aslında hiç ummadıkları bir barınak yapmışlardır: kötülük.

“Çekingen, dinamizmden yoksun iyilik kendini iletmeye yeteneksizdir, çok daha canlı kötülük ise kendini aktarmak ister ve bunu başarır, çünkü büyüleyici ve bulaşıcı olmak gibi ikili bir üstünlüğe sahiptir.” diyor Cioran, Yeni Tanrılar kitabında. Bir insanın başka bir insana, “bugün hastaları ziyaret edelim mi?” diye sorduğunu ya da “gel bu akşam yürüyelim, karşımıza çıkan zor durumdaki çocuklar için gücümüz yettiğince bir şeyler yapalım” dediğini duydunuz mu? Oysa birbirimize ne kadar kolay “bu öğlen nerede yiyoruz?” diye soruyoruz ya da bizimle konuşma ihtiyacı duyan herhangi bir insanı hiçbir mazeretimiz olmamasına rağmen başımızdan savabiliyoruz. Laf buraya gelmişken; kötülüğün çıkış noktası olarak anlamamayı, duymamayı, görmemeyi, kısacası üç maymun olmayı söyleyebiliriz. Bundan olsa gerek “Kötülük tüm uzlaşma olasılıklarının ortadan kalkarak yerini aşırı uçlar arasında bir çatışmaya bırakmak demektir.” diyor Jean Baudrillard, ‘Şeytana Satılan Ruh Ya da Kötülüğün Egemenliği’ kitabında.

Kötülük ete batmış bir kıymıktan ziyade vicdana saplanmış bir hançerdir. Hançerin gücü öylesine büyüktür ki vicdanlardan vicdanlara sıçrar. Yirminci yüzyılın en anlamlı kötülük metinlerinden birini yazmış olan Arendt bize bunu anlatır kitabında. Kötülük sıradanlıktan doğar ve bulaşıcıdır. Alışmamak gerekir kötülüğe ve her işlenen kötülüğe şaşırmak gerekir. İnsan hayatı için başka türlüsü asla mümkün değildir.

Kötülüğün sıradanlığından kurtulmak için:

  • Kötülüğü sıradanlaştırarak, kötülüğün kötülük olmadığına kendini inandırmaktan vazgeç. 
  • İlgide altın dozu yakalamak için; birinin hayatında sanal iyiliklerle bezenmiş mükemmel bir performansla başrol oynarken;  o insanın hayatında tamir edilemeyecek yaralar açtığının ve yaptığın kötülüğün farkında ol. 
  • Ümit peşinde koşarken,  gelecekle zehirlenmiş bir halde kendini şimdiden ve gelecekten sorumlu hissederek kötülüğün hayatına girmesine izin verme. 
  • Elde ettiğinde elinde sadece sanal mutlulukların kalacağı başarı olanaklarını kötülük ile takas etme. 
  • Kötülük güdümündeki  benliklerin gerçeğe ne denli yabancılaşacağını ve sergileyecekleri davranışların gerçekliğin tam zıttı duygular taşıyacağını unutma. 
  • Yaşamsal çıkarlar tehdit altında kalmadan ortaya çıkan her saldırının kötülük temelli olduğunu unutma. 
  • Sorgulamadan, gerçeklikten uzak ömür süren, fikirsiz  insanların; farkında olsalar da olmasalar da, her geçen gün kötülük yolunda emin adımlarla ilerlediklerini unutma. 
  • Kötülüğün bulaşıcı olduğunun farkında ol ve kötülük bulaştıracak insan ve ortamlardan uzak dur. 

Tuhaf Dergisi Şubat 2020 Sayısında Yayımlanmıştır

Bu yazı yorumlara kapalı.