Kutsal Ego

Kutsal ego; seni başkalarının hayranlığına muhtaç edip, kendini ölçüsüz sevdirerek aynada her daim mükemmeli kovalayan müptezel haline dönüştüren; gerçekliğin sillesiyle karşılaşma sonucu çıkan potansiyel travmalar ve  hayal kırıklıkları yaşandığında arkasına bakmadan çekip giden bir illüzyon ustasıdır. 

İnsanın her an düşünmesi, kendine fütursuz ontolojik sorular sorması, yaşamaya üşenmesi; düşüncelerinden, eylemlerinden ve kendi varlığından bitip tükenmesi, varlığının dramından alev alması;  ne derece dertli olduğunu gösterir. 

Dertlenme her ne kadar kalbin işiyse de çoğu zaman mide bulandırır, düşünmekse akılla doğrudan ilişkili olduğundan cehennem azabıdır.  İkisi arasında savunmasızca salınırken, tam o esnada kutsal ego devreye girer, şovunu, yani illüzyonunu yapar ve insanın dikkatini farklı yerlere çekerek onu kandırır, uyuşturur.

İnsan kaçındığı şeyler tarafından her daim tehdit edilir. Dikkati, sık sık kendisini terk ettiği için kaçmak istediği eğilimlere boyun eğer ya da murdar sırlara yem olur…

Kimi insan da günün zevkine ve  eğlencesine dalarak kendi gerçekliğinden kaçmaya çalışır. Sabahtan akşama kadar telefondan gözünü alamayan elinden bırakmayan, akşam olduğunda evinde oturamayan ve mutlaka kendisini unutabileceği bir ortama sığınma gereği duyan insanlar, işte tam da bu tip insanlardır. 

Kutsal ego bu tarzı benimsemiş, düşünmekten korkan, dertlenmeyen, istek, arzu ve tatmin ishali olmuş bu insanı; erişebileceği azami hazzı paketleyerek tavlar. Muazzam bir ambalaj, olağanüstü bir sunum vardır kutsal egoda, insafı yoktur. İnsafı olmadığı gibi, insanı da yoktur. Kutsal egonun içine düşmüş olan, çırpınan bir zavallıdır. İnsanlığın esamesi okunmaz orada.

Kutsal ego, insanı sözcükleriyle kendine aşık ettiği için gürültülü sessizliklerdeki gizemden nefret eder ve sessizliğe mahal vermez. Kutsal egonun havai ve talihsiz hovardalığıdır bu. 

Kutsal ego güdümündeki fevkalbeşer (Üstün İnsan), sistemdeki varlığını sürdürebilmek için daha açgözlü ve ihtiraslı oldu. Son tahlilde,  gerçekte zavallı ve acınacak bir insan haline geldi. Daha önce hiç hissedilmemiş, hatta hayal bile edilememiş ihtiyaçları yaratmanın bağımlısı oldu. Kitleleri peşinden sürükleyecek yeni bir malzeme bulunca kendi kendini tatmin için tedavi edebileceği yeni hastalıklar ve karşılayabileceği yeni özlemler yarattı. Sonuçta fevkalbeşerin işi hazzın veya mutluluğun ertelenmesinden ziyade hoşnut olmanın imkansızlığı ile ilgilidir.  

Kutsal ego insanları, küçümsenmekten korkan ve dolayısıyla kendilerini küçük gören bireyler oldukları için  diğer bireyleri de küçümserler. Sırf başkalarının güçsüz olması ya da güçsüz görünmesi için güç kazanma çabasında olan bu bireyler, aslında başkalarına güçsüz görünmekten ya da güçsüz yönleriyle yüzleşmekten korktuğu için böyle bir taktik  geliştirmişlerdir. Hayatları son derece ironik, trajikomik ve nevrotiktir.

Yalnızca kendi görüşlerinin doğruluğuna inanır kutsal ego insanları. Kendisini eleştirmeye kalkışanları kötü niyetli ve düşman olarak algılar. Diğer insanlarla olan ilişkilerinde sürekli kusur arar ve onları küçümser. Aslında küçümsediği kendi benliğidir. Buna karşılık, olmak istediği imajı gerçekleştiren kişiye hastalıklı bir hayranlık geliştirir. 

Kendisine hiç değer verilmemiş kutsal ego sahibi, bir başkasına da değer veremez. İnsanın kendine değer verebildiği oranda başkasına değer verebildiği düşüncesi bu tip insanlarda bir kez daha haklılık bulur. Sevgisizdirler, sevemezler. Kamuran Yarkın’ın müthiş nihavend bestesi 

“Sen kimseyi sevemezsin sevmeyeceksin / rüzgârların önünde kuru bir yaprak gibi sürükleneceksin / şefkât nedir, aşk nedir, ömrünce bunu bilmeyeceksin / rüzgârların önünde kuru bir yaprak gibi sürükleneceksin”  tam da bu tip insanları anlatmak için yazılmış gibidir.

Kutsal ego insanı, müzmin bir ruh yalnızıdır. İnsanlarla olduğunda da yalnızdır ama birileriyle ilişki halinde olduğuna dair bir illüzyon yaşar. Yalnızlığının farkına hiçbir zaman varamaz. Kazandıklarının kendisine sağladığı besinsiz doyumu yaşayacağı yerde sürekli tedirgin olup suçluluk ve değersizlik duygularından kurtulamaz, yakın ve samimi ilişkiler kuramadığı için giderek, daha da yalnızlaşır. 

Gerçekte yalnız insan, insanlar tarafından terk edilmiş olan değil insanlar arasında acı çekendir. Alkışlar arasında dahi kendi çölünde sürüklenir. Tamiri imkansız bu koca maskeli baloda, yüzündeki bütün kırışıklıklarla maskesiz dolaşandır. 

Hayat denen oyunun hangi perdesinde olursa olsun, kutsal ego hep oyunbozan rolünü oynar. 

Kutsal ego savaşçıları, ışığa doğru ilerlediklerini zannederken, haz odaklı hedefsiz yürüyüşten yorulur, kendilerini yere bırakırlar.  Yığıldıkları yerde, samimiyetsizliği kaldıramayan bereketli toprak açılır. Kaymaya başlarlar. Aşkla zirveye yürüyen bireyler, düşüşlerini de bir “dünyayı kurtarma” hikayesine dönüştürerek düşüşlerini daha da hızlandırırlar. Kendi içlerinde, yönelecek bir merkez bulamayan bu kişiler; amaçsız, yorgun ve yaşamları zehir olmuş insanlar haline dönüşmüşler ya da mutsuz fanatik  göstericiler olarak kalmışlardır. 

Kutsal ego kanaması engellenemediğinde, dünya görüşü kırmızıya boyanır; ahkamlar, tümörler gibi birbirinin üzerine tırmanır. Kırmızının çağrıştırdığı her tür duyguya bu kanamada yer vardır, utanç hariç. Çünkü utanç doğrudan vicdanla alakalıdır ve sık ego kanaması yaşayan insanlarda vicdan kara bir lekeye dönüşür.

Kutsal egoyla yüzleşilmedikçe, büyük korkular alaylı sırıtmalarla değiş tokuş edilir. Kutsal egoya karşı kazanılmış en küçük galibiyet ve yenik düşülen her arzu insanı güçlü kılar. Dünyaya söz geçirme ve hatta kafa tutma zannına, dünyayla uyum sağladığı ölçüde kapılır. Dolayısıyla en  büyük güç kaynağı nötr olmaktır. Her şeye ve herkese. 

Epikür’e göre, ihtirasların tatmini yoluyla ulaşılan bir doyum, yaşamın amacı olamaz. Çünkü böyle bir hazzı, doğal olarak bir isteksizlik ya da sıkıntı izleyecektir ve bu bizi gerçek amacımız olan acıdan kaçma, uzaklaşma hedefimizden saptıracaktır. Bu anlamda Epikür, M.Ö 4. yüzyılda bir ego tanımı yapmış sayılır. Tolstoy’a göre ego sahibi, herkesten daha iyi ve zeki olduğuna inanan insandır. Nietzsche ise ego hakkındaki en sarsıcı yorumu yapan düşünürlerden biridir. “Ne zaman tırmanışa geçsem, peşimde bir köpek var, adı: ego.” der. Ego, bir insanın hem iç dünyasını hem de dış dünyayı zindana çevirebilecek hükümdarın adıdır. Her hükümranlığa olduğu gibi, egonun hükümranlığına karşı da geliştirilebilecek stratejiler vardır. Unutulmamalı ki bu stratejilerin hiçbiri egoyu yok etmez, terbiye eder. Zaten mühim olan da budur: eğer insan kendi kalbiyle konuşabilirse, kalbiyle bakabilirse, ego (benlik) geriye çekilecektir. Terbiye olacaktır ve her fırsatta “ben” demeyecektir.

Benliği terbiye etme pratikleri:

  • Bir başkasıyla (ötekiyle) bir araya geldiğinde, tıpkı senin gibi “biricik” olan bir insanla bir araya geldiğinin bilincinde ol.  Alışkanlıklar, düşünce biçimi, huylar, tepkiler farklıdır ötekiyle. Dolayısıyla öteki’yle buluşmak benliğin için bir dur ihtarıdır. Orada öncelik öteki’nindir.
  • Bu dünyanın prangası çoktur. Sahip olunan maddi-manevi her şey prangaların sayısını artırır. Ya gerçekten hakiki ihtiyaçlarla meşgul olmalısın ya da hiçbir şeyin yegane sahibi olmadığını bilmelisin.
  • Sürekli haz arayanların mutluluğu kısa ömürlüdür, düşleri öz yıkıcıdır. En çabuk gerçekleşen haz aynı zamanda en kolay yok olandır. Bu durumda zamanın gerçekten içinde olup yaşamın tadını sürmek, hayatta olmanın lezzetini almak ve tüm bunların senden kaynaklanmadığını bilmek seni kendine getirecektir.
  • “Kendini ölçüsüz seven başkalarının hayranlığına muhtaçtır, ilaveten her vesileyle kendi mükemmelliğini aynada görmek ister. Aynadaki hiçbir imge gerçek zaafları ortadan kaldıramadığından, hep kendisiyle ilgili hayal kırıklığına uğratılma tehlikesine maruzdur.” der Wilhelm Schmid. Hayal kırıklığı, beklentilerinin aşırı, kusursuz ve mükemmel olmasıyla alakalıdır. Gözden geçir.
  • Baumann, “Hiç bu kadar özgür olmamıştık, hiç bu kadar aciz hissetmemiştik.” demesinin sebebi insanın aklına gelen her şeyi yapmasını özgürlük olarak kabul etmesi. Halbuki aklına gelen her şeyi yapmak acizlik göstergesidir. Sor: kalbin istiyor mu onları?
  • İmkansız bir ödev belirlemek geleceğe değer katmak değil bugünü değersizleştimektir. Olması gerektiği gibi olmamak bugünün telafi edilemez ilk günahıdır. Bugün daima ister ve bu kendisini çirkin, nefret edilesi ve katlanamaz kılar. Bugün demodedir. Bugün daha var olmadan demode olur. İmrenilen gelecek bugün olduğu anda heba edilmiş  geçmişin atığı ile zehirlenir. Bugünün keyfi sadece kaçıp giden bir an sürer: Bunun ötesinde keyif bir nebze de olsa ölüsever bir nitelik kazanır; başarı günaha, hareketsizlik de ölüme dönüşür.