Kahve İnsanları

Soğuk ve karlı bir sabaha İstanbul’dan önce uyanmıştı. Ağızında, biriktirdiği pişmanlıkların kötü tadı vardı.

Geçmişini unutmaya çalışan biri için, maziden gelen her tat bir çeşit tehdit ya da tehlikedir; bunca yıl sıkı sıkıya kapalı tutulmuş kapılar onlarla zorlanır, bastırılmış anılar onlarla silkinmeye çalışılır, belleğin kuytularına inilmiş nice ayrıntı, onların sorularının tazelediği çağrışımlarla yeniden gün ışığına çıkar.

Uyanır uyanmaz eli her zaman aynı yere doğru, komidin üzerindeki sigara paketine doğru giderdi. Sigarasını yakarken karanlıkta kısa bir süre aydınlanan yüzünde yılların ve yaşanmışlıkların açtığı izler kolayca seçilirdi.

Yatakta yarılanmış sigarası ile geçiştirdiği maziden gelen tadı, tamamen yok etmek ve geçmişten güne uyanabilmek için kendisine filtre kahve hazırlardı.

Aç karnına, tok karnına, yatmadan önce, yattıktan sonra sürekli kahve içme alışkanlığı doktora yaptığı yıllardan kalma bir alışkanlıktı. Kahveyi alışkanlıktan öte bir yaşam biçimi haline getirmiş ve sıkı bir kahve tüketicisi ve  entelektüeli olmuştu.

Yaşanmışlıklarının acı eşiğini unutmak, yeni bir hayat, yeni bir şampiyonluk diyenlerin Metin Ali Feyyaz’ı olan Alkol, Kahve, Sigara ile dostluğunu perçinlemişti. Gastrit ve Ülser’i yaşanmışlıklarına tercih edeli çok olmuştu.
Yazının devamını oku..

Kültür’e Dair IV: Paris

 

 

Kültür’e Dair IV: Paris

 

Paris, zihnimizde köprü kurduğu,  akabinde birbiriyle etkileştiği ve mutluluk hormonları sağlamamıza katma değer sağlayan bir şehir…

Aydınlarımız, entelektüellerimiz Paris’i hep sevmiştir. Sevdikleri, deneyimledikleri Paris’ten tarihin farklı zamanlarında  bahsedegelmişlerdir. Farklı mecralarda, Paris’in kafeleri, müzeleri, etkinlikleri, demokrasiye bakışı, sanata ve insana bakışı vb. yönleri  itina ile işlenmiştir.

Paris’e dair heyecanla yazılan çizilenleri okurken,  Paris’in kuruluşunu aklımdan hiç çıkaramıyorum.

Zamanında Napolyon Bonapart, Paris’i yeniden kurarken, önce yuvarlak meydanlar çiziyor. Onları birleştiren geniş bulvarlar ekliyor ve iki tarafına da altı katlı apartmanlar yerleştiriyor.

Kendisi topçu subayı olduğu için stratejisi şöyle: Yuvarlak meydanlara top bataryalarını yerleştiriyor, muhtemel bir halk ayaklanması durumunda (ki bu konuda altyapı müsait) toplar halkın üzerine ateşlendikleri zaman ayaklananların kaçacak yerleri yok.

Paris’in şehir yapılanmasına hayran olan, öykünen aydın ve entelektüellerimiz önemli bir noktayı kaçırıyor. İşte kaçan bu nokta özgürlük, özgünlük, insana saygı vb kavramların hepsinin daha farklı yorumlanmasına sebebiyet veriyor.

Bir zaman sonra insanlar en yakınlarındaki hazineleri görmeyip, başka yerlerdeki şeyleri görmeye çalışıyor hale geliyor.

Kültür’e Dair III

 

 

Kültür’e Dair III

Cerrah, bir uzvun alınmasıyla alınmaması arasında bir fark yoksa, onu bırakır. Ama şair ya da yazar, o kelimenin orada durmasıyla durmaması arasında bir fark yoksa, onu oradan çıkarmak zorundadır.

Son dönemlerde telif metinlerden ziyade çok yoğun bir şekilde tercüme metinleri görüyoruz. 1980’den önce tercüme eserler basan bir yayınevi yoktu. Şimdi ise neredeyse sadece tercüme yayınlanıyor. Bu metinler bir bakıma bizim düşünce gündemimizi tayin ediyor.

Bugün Türkiye’de entelektüeller yabancı dilde metin yazıyor. Esasen dille düşünce arasında çok yoğun bir bağlantı var. Türkiye’de düşüncenin gelişimi anlamında belki de tek ölçüt, Batılı metinlere baksak bile kendi söylecek sözümüzün olması ve bunun Batılı sözün içinde kaybolmamasıdır.

Kültür’e Dair I

 

Kültür’e Dair I  

1919’da, 20 yaşında bir Fransız genç,  İstanbul’da altı ayını geçiriyor. Beyoğlu’nda oturuyor, tarihi yarımadayı geziyor. Oradan ayrılırken bindiği vapurda defterine şunları not ediyor:

“Dünyanın eşsiz güzellikteki bu latif, yumuşak yüksekliklerle, yumuşak alçaklıkların birbirini takip ettiği, bu müstesna güzellikteki topografya üzerine Türkler, bunların yüksek noktalarına yerleştirdikleri abidelerle, muhteşem camilerle, Allah’ın yarattığı tabiata müthiş güzellikler ilave ederek, onu erişilmez bir güzellikler dünyasına kalbetmişler” diyor.

Ondan sonra vapur biraz ilerliyor. Tahmin ediyorum ki, Ahırkapı açıklarında, Ayasofya ile Sultanahmet’i görüyor.

“Az meyilli çatıların saçaklarının gölgeleri altında koyu, mor renkli, cumbalı evlerin pencerelerinin tezyin ettiği mimari ve koyu yeşil renkli ağaçlarla oluşan şehir dokusu, bu büyük abidelerin kaidelerinden denize kadar sarkıtılmış muhteşem bir İran halısını hatırlatıyor” diyor.

Bunu söyleyen kişi, modern mimarlığı kurucusu Le Corbusier.

Seyahatinin son noktası İstanbul.  Geçerken Bankanlardaki Türk şehirlerini görüyor.  Oralarda herhangi eve bakıldığı zaman; bahçe evin altına devam eder ve onun üzerindeki kat da yaşama alanıdır.

En üst kat, yatak odalarının bulunduğu yerdir. Ev böylece, aslında direkler tarafından taşınan, altı boş olan bir yapıdır.

Le Corbusier İstanbul seyahatinden sonra 1925’teki modern mimarlar kongresinde, “evler toprağa oturmamalıdır, topraktan yükseltilmiş olmalıdır, kolonlarla taşınmalıdır” diye bir öneri getiriyor.

O kongrede bütün bunlar kabul ediliyor. Şimdi bütün dünyada, kolonlar üzerine inşa edilen binanın Le Corbusier’in icadı olduğu sanılıyor.

Konfüçyüs: “Eskilerin büyük bilgisi kaybolduğundan beri, insanlık çok büyük ıstıraplar ve felaketler yaşıyor. İnsanlığı, yaşadığı bu ıstıraplardan ve felaketlerden kurtarabilmek için eskilerin büyük bilgisini yeniden ihya etmeye teşebbüs ettim”


Kaynak: Cansever, Turgut; “Türkiye Söyleşileri 2: Kültür”, Eylül 2007, Küre Yayınları